DEĞNEKTEN AT
Değerli dostlar, Bu anlatacağım hikaye yaşanmış olup, insanın korku karşısında kendi kendine çare üretmesine güzel bir örnektir.
Köyümüz, bahar gelip, dağların sırtına yeşil hırkasını bürümeye, gerdanına çiğdem çiçek takınmaya başladığı zamanlarda yaylaya göçer. Mahalleler halinde; Oluk, Deli Hacı'nın deresi, Çadır Yeri, Givrezlik gibi mevkilerde kalıp, otların sararmaya yüz tuttuğu yaz mevsiminde de tekrar köye döner.
Biz de mahalle olarak 1981 yılının bahar aylarında Topuz'un Taplağı denilen yere yaylaya göçmüştük. Takriben olay da bundan bir kaç yıl sonra yaşanır.
Babam, telaşla anama seslenir: "Dudu, duydun mu, köylü yarın yayladan iniyormuş?""Öyle mi? Varsın güle güle insin. Biz de onlarınan inerik.""Maşallah, ala dağdan serinsin.""Ne edek herif, göçüyorlar diye oturup ağlıyak mı, el ile gelen düğün bayram. Bu telaşın ne? İçi olacak cevizin var ellaham.""Estafur tövbe, lafı gardağına alma (yanlış anlama) gözünü sevdiğim, yarın sabah erkenden çoban da koyunları köye götürecek, zihnimi bir şey kurcaladı.""Hayırdır herif?""Çoban yarın erkenden köye varınca herkesin koyunlarını ayrı ayrı evlerine sürüyor ya?""Hee sağolsun.""Bizim koyunları da eve doğru sürerse, biz burdayız, önüne duran da olmazsa, kapının önündeki yoncalığa dalarsa?..""Tövbe de, abaree hepsi yoncalar!""Yoncalar!" "Amma çocuklar evde ya onlar önüne durur, içeri koyar zaar.""Gız öyle deme, er vakit aha çocuklar uyanamadı, göz açıp kapayana kadar hepsi şişer!""Hepsi şişer!""Uyku ölümün yarısı, cahil uykusu datlı olur.""Hakket, datlı olur.""Mal canın yongası, hepsi şişer ölür!""Ne edek ya?" "Aksi gibi benim saatte bozuk, en iyisi mi yarın beni er vakit kaldır, sen burda öteberileri topla, ben köye gedip, koyunları içeri koyar, moturun (traktörün) birine biner geri gelirim, sonra göçer giderik.""Tamam," der anam...
Bu arada bilmeyenler için anlatayım; işkembeye sahip olan koyun, keçi inek gibi hayvanlar yeşil yoncadan fazla miktarda yerse, midelerinde gaz oluşur, bu sebeple hayvan şişer ve nefessiz kalıp ölür. Buna da "yoncaladı öldü," derler.
O vakitler, benimle birlikte bir kaç kardeşim köydeydik ama anlaşılan babam, uyanamayacağımızı düşünüp bize de güvenememiş.
Anam ve babam, haldanış ederek lafın düğümünü bağlayıp, ilk akşamdan yatarlar. Bir vakit geçer, anam: "Kalk Memmed, ortalık ışıyor, şafak söktü sökecek," diye dürterek babamı uyandırır. Babam zaten "şiitt" deseler uyanacak, dirkede atılır. Bir solukta giyinip, kurşun gibi yola çıkar. Tepeden inerken bakar ki ay yukarıda: "Ayvak!" der, "gördün mü, bizim avrat ay ışığına aldanıp, sabah oluyor sanmış!"
Meğerse daha sabaha çokmuş. Kendi kendine, "Memmed" der, "geri mi dönsen ola?" Biraz duraksar ve düşünür, "yok yok, aman ha dönersen avrat korktu diye başına kalkar, bir de konu komşuya ağzından kaçırırsa, adımız korkak Memmed'e çıkar. İyisi mi gel erkekliğe bok sürme düş yola, acık sonra ortalık ışır zaar...' 'Hem korkar hem davul çalar' derler ya o misali ıslık çalarak yürür. Ortalıkta siniler sinek yok. Bir çekirge de mi ötmez ya rabbi?...Bostanlık yoluna iner, yayladaki Osman Kaa'nın viran evinin karaltısı karşıdan görünür. O vakitler Givrezlik'te de yayla evleri yoktur. Babam bir bakar ki, Allah Allah! Yolun tam ortasına koca bir yılan yatmış öyle duruyor!..
Yukarı bakar bayır, aşağı bakar dere. İnip dereden geçse bu kez de hem cinden korkar, hem de yılan oraya iner kendini sokar belli mi olur? "En iyisi yılanı gözümden ayırmayım, o şimdi akar geder," der. Bir müddet bekler ama yılan kıpırdamaz. "Ulaan!" der, kendi kendine, "bu uyuyor mu ola?" Yerden küçük bir taş alır fırlatır, yılanın kılı bile kıpırdamaz, ayağıyla ve eliyle yılanı kaçırmak için türlü hareketler yapar, ölüden ses gelir de yılandan gelmez... "Yılan gadanı alıyım!" der, "şerine nalet önümden savuş get, beni yolumdan eyleme koyunlara yetişiciğim. Verdiğine şükür şurda elimizde avcumuzda üç beş davarımız var, taman onlar da yoncalarsa ocağam batar!" Yılan, yattığı yerden iskifini bozmadan, "salmam seni Memmed!" der... Al Allah delini zapt eyle kulunu..."Etme yılan, dutma yılan, daha bir buçuk saat yol yörüyücüğüm," dese de yok. Haydi ne edersen et, herif karşına çıkmış, "şerim şerim, üstüne işerim" diyor... Yitirmezsek bulduk belayı...
Babamın iliğine bağrına tak eder, 'anlaşıldı, bu melun iyilikten almıyor' der. "Ulan köpoğlu köpek, sen yılan isen, ben de Memmedim!" diyerek, gözünü karartıp, yılanın üzerine atılır. Anah, çanak çömlek patlar, bakar ki yılan olur bir değnek..."Hekmet ilahi," der, "bunu da veren Allah. Hiç bunu duyan inanır mı?" Sonra derki: Hz. Musa'nın değneğini yılan eden Cenabı Mevlam, yılanı da değnek edemez mi baba?"Eder...
Neyse, değneği bacaklarının arasına alıp at eder. Biner üstüne, "daah" diye vurur kıçına, 'tıkıdak tıkıdak' atı seyittirerek asfalt yola düşer. Bu arada ay kaybolur, göz gözü görmez olur. Ara sıra geçen vasayitlerin ışığında ilerler ama araba çekip gider gitmez, karanlıkta kalınca korku da başlar, gene vurur kıçına "deeeh!.." Dağlar vız vız yanından geçer...Mühiddin'in Düşeği denilen mevkiye yaklaşınca, bu kez dağlar üstüne yörüyor gibi olur, çiğser (korkusu artar) bir daha "deeh!" deyince aynı dağlar da kendisiyle birlikte "deeh,!" deyip, geri geri çekilir... At, bu naralardan şahlanıp, sanki kanat takıp uçar ama gel gör ki bu da can... Dik Kaya'ya yaklaşırken harlamaya başlar (yorulur). Kişner, tırısa geçer, "Memmed" der, "hele acık serin kovala." Babam, "Nasıl serin kovalıyak baba, ilerde bu sefer de Hacı Baa Emmilerin itleri var, kiminin adı Zalım, kiminin adı Tonton. Hepsi de birbirinden yavuz." der.At ile atlı başbaşa verip, "ne edek ne edek," diye hemhal olurken, itler atlıyı görüp ürmesin mi? "İti an çomağı hazırla," diyen boşuna dememiş, aklına gelen başına gelir. İtlerin sesi yaklaşırken, babam dağları zangırdadan o meşhur "deeh" ini bir de orada çekerek, atın yularını yukarı bayıra çevirip, Körpınar'a doğru sürer... "Kırat kişnedi ki gurban olduğum, itler ardımda tozdan görünmüyor," derdi.
İtlerden kurtarıp, tepeye varınca ortalık ışımaya, gavur müslüman belli olmaya başlar. Altına at yaptığı sopayı eline alıp, "vay sana gurban oluyum kötü çubuk, amma iyi işe yaradın," der ve atının kıçına bir şaplak vurup seyipler (değneği atar) ve yaya yola devam eder.
Uzatmıyalım, yarım saat kadar da tepede yürüdükten sonra eve iner, koyunlar da az sonra gelir. Onları içeri alır almaz, "hele motur gelmeden bir çimiyim, hem tozum dumanım getsin, hem de ter su içinde kaldım," der. "Soyundum, sizden yüzüm kara (afedersiniz) bir de yanıma baktım ki ne kadar vurduysam, kıçım iki taraflı gaapgara (simsiyah) saytiyene dönmüş." derdi.
Bunu belkide onlarca kez anlattırdık. Her anlatışında ayağa kalkıp, salonu baştanbaşa gidip gelerek, at sürüşünü, dağların yanından cıv cıv geçişini canlandırır, hepimizi gülmekten bir köşeye yatırırdı. Emmim oğlu Hayat, bir gün bunu videoya çekmek istedi ama güldüğünden bir türlü videoya alamamış, "Emmi gurban oluyum acık gülüyüm de öyle anlat," demişti. Zira, her anlatışına farklı bir yenilik, değişik versiyon ve ilk kez anlatıyormuş gibi heyecan katardı. Söz sanatı zor iştir vesselam...
NLP kitaplarının birinde, "çapa atma yöntemi" diye psikolojik bir terim okumuştum. Bu yönteme göre; kişi düşünmek istemediği bir olayın yerine bir güzelliği koyarak, onu öteler. Sen hemen oku dur, meğer herifçioğlu bunu çoktan çözmüş...
D. İsmail COŞKUN
Maak jouw eigen website met JouwWeb