DELİ HACI'NIN ÖLÜMÜ:\
Değerli Dostlar; Bu anlatacağım hikaye, 1950 yılında yaşanmış olup, bizim köylü, Deli Hacı lakabıyla anılan, Hacı Cöcüoğlu'na aittir. (Rahmetli Süleyman, Osman, Ahmet, Safiye ve hayattaki Emine'nin babası).
Avşarlar, 1865 yılında Fıkra-i İslahiye kanunu ile yerleşik hayata en son geçen, 24 Oğuz boyundan biridir. Günümüzde bile yazın yaylaya göçme geleneğini sürdürenleri görmekteyiz.
Babayiğit, kara bıyıklı, kırmızı benizli, turp gibi adamdır Hacı Cöcüoğlu. Çörekdere Köyü'nde yaşar. Bizim köyün yaylasında "Deli Hacı' nın Deresi" denilen yer, onun her baharda o mevkiye konup göçmesiyle o adı almıştır.
Deli Hacı, kendini bildi bileli, her yıl; babası Durdu ve anası Safiye (Tamaslardan Bekir Onbaşı'nın bacısı) ile bazlamadan azıklarını alıp, kağnıyı koşar, sürüyü önüne katıp, Çukurova'ya, inerler. Orada babasının uzaktan akrabaları vardır. Kışı yanlarındaki bir evde geçirirler. Bahar gelip seller çağlar, durdurmaz Avşar'ı, ver elini tekrar yukarı baş...
İnsan babası ölünce büyürmüş, o da babası ölünce, köyü Çörekdere'den Elif adında bir kızla evlenip, çol çocuğa kavuşur. Kardeşi Mehmet de Yalak'tan (Yeşilkent) bir kız alıp, iç güvey girer.
Yine bir güz günü, ağaçlar gazelini dökmüş, dağlara alaz alaz kar düşmeye başlamıştır. Çörekdere Köyü'nden çıkan Hacı, Yalak'taki kardeşi Mehmet'i de yanına can yoldaşı edip, onca eşkiya, kurda, kuşa, taşa, çamura aldırmadan üç gün süren yolculuktan sonra Adana'nın Kadirli ilçesinin Halitağa köyüne, yüklerini çözerler. Aradan bir kaç hafta ya geçer ya geçmez, Deli Hacı'nın iki tosunu kaybolur. "Mal canın yongasıdır," derler, tutar komşulara bahane bulur. Onlar, "tövbe Hacı, etme dutma, biz senin tosunlarını çalmadık, bu komşuluğa sığmaz!" deseler de o, sağa sola göz büyütür. Aradan bir hafta geçmeden tosunlar dağdan aşağı yayılarak inerler. "Aha" derler, "bakın Deli Hacı'nın tosunları geliyor!" Tosunlar gelir gelir, Hacı'nın kapısına yatar, başlar geviş getirmeye...Hacı varır, sevincinden onları gözlerinden öper. Bir yandan sevinir, bir yandan da komşularına çaldığı karadan dolayı yerin dibine girer. Yüz yüzden utanır, eve girip hanımına, "ayvak Elif" der, "şu ağzımı tutamadım, gördün mü ettiğimi, ben şimdi ölene kadar onların yüzüne bakamam!" Dediğini de yapar, bir daha da dışarı çıkmaz.Derler ki, Deli Hacı'nın vücudunun her yerinden çocukların çiçek çıkarması gibi bir çiçek pedah olur. Bir müddet sonra bu kızıllık içeri vurur ve aradan bir hafta geçmez, Deli Hacı arsıkır (aşırı üzüntü duyar) ölür. Mezarı Çukurova'da Halitağalar köyündedir.
Yaşanmış bu hikayeyi kızı Emine Cöcü anlattığında çok etkilenmiştim. İnsanoğlunun öz saygı ve değer noktasındaki en son radde budur. Namustur, ardır utanmak...Bizim yörede, namusa bunalmak, arsıkmak, çekip başını gitmek, derler ki; bu duyguları derin yaşayanların uygulamadaki karşılığı olsa gerek...
Bu hikayeden sonra, utancın ölüm getirdiği bir hikaye daha aklıma gelmişti. Eskiler anlatır: Vaktiyle bir genç kız, karnı ağrıyıp, af edersiniz yellenir. Geri döner bakar ki, arkasında babası var. "Ölsem bundan iyiydi, ya babam duyduysa?" diye utanarak gidip kendini asar. Öyle der, öyle anlatırlardı atalar. Bunun iyi ya da kötü olduğunu irdeleme düşüncesinde değilim. Zaten günün yaşantısı ve geldiği noktayla o günleri anlamak gayet zordur. Onu o günü yaşayan, çeken bilir.
Geçmişteki insanlık duygusunun günümüzden farklı olduğunu belirtmek açısından, Boş Beşik, Gelin gibi filmler güzel örneklerdir. Çok değil, bir kaç on yıl önce bile, ölene kadar kayınbabasının yanında konuşmamış gelinler, çocuğunu kucağına almamış erkekler oldukça fazlaydı. Hatır-gönül, yol-yolak-yordam denilen, insanın doğal ve toplumsal egemenlik ölçüsünü belirleyen bu adetlerin binlercesini saymak mümkündür.
Güzel bir pazar geçirmeniz dileğiyle,
D. İsmail COŞKUN
Maak jouw eigen website met JouwWeb