HAYATIN İLK DERSLERİ...
Çocuktuk, köyde bir kuşluk vakti, Hacı Çoban, Hasan Çoban, Muhiddin Coşkun ve ben, Cöcülerin deresinde inek yayıyorduk. Yaşlarımız; 9 -10, var ya da yok.
Bir de baktık ki, yukarıdan orta yaşlarda başı kalpaklı, göde, yayık yapılı bir adam, yelli yelli bize doğru geliyor. Adamın bu halinden acık da korktuk. Nasıl korkmıyalım, eskiden büyükler önüne gelen çocuğu sebepsiz yere döverlerdi.
Adam geldi geldi, başındaki kalpağı çıkardı, "bre çocuklar, ben Kızılpınar köyünden filancayım. Yokarıda tarlam var, avradımınan nohut yoluyok, yorulduk, bana bir yövmiyeci bulamanız mı?" dedi. Biz daha çocuğuz, ne anlarız yövmiyeciden. Adam öte baktı beri baktı:"Nohut yolabiliniz mi?" dedi. Biz sustuk. Adam, sıkışmış da çalı arıyan tazı gibi sağa sola kıvrandı, biraz daha yaklaştı, "bakın çocuklar, daş..yerim, beni şu sıcakta köye salıp da adam aratman, gelin yardım edin, size para veririm," dedi. Biz çekindik, yine bir cevap veremedik. Hasan acık bizden dikcerek (uzunca) idi, yüzünü kırıştırarak:"Valla emmi, biz inek yayıyok," dedi. Adam: "Olsun yiğenim, ben size inek yaymıyonuz demedim ki, inekleriniz gene yayılır. Malları yokarı sürün, hem oradaki takımlarda ot çok, avradım göz kulak olur, zaten zavallı çalışa çalışa hışı çıktı (halsız kaldı)," dedi. Birbirimize baktık, adam karşımıza geçip: "bana bakın, eğer bir saat yardım ederseniz, her birinize beş lira para vereceğim," deyince bizim ceciğimiz gevşedi (razı olduk). Öyle ya, o devrin beş lirası, bir kilo çay şekeri ediyor. Bir halkalı şeker desen, yirmi beş kuruş, o da eğer ele geçerse...Hangimizin cebi görmüş o parayı ki. Hiç unutmam, rahmetli Kınam Mustafa Emmi babamla tarladaydık, yanımıza gelip beni gözlerimden öpmüş, iki lira da para vermişti de köstü toprağında oynarken kaybetmiştim, hala oraya bakarım. Belki de yamalı pantolonumuzda koyacak cebimiz bile yok. Acık Mühiddin'in üstü başı düzgün, onun da babası Almancı...
Neyse biz lafımıza dönelim. Adam, para lafından sonra bizlerin yonca görmüş eşek gibi yılıştığımızı görür görmez, hemen mallara, "ho!" deyip yukarı doğru sürmeye başladı. Biz de inekleri önüne katan adamın arkasından, 'beş lira paraya şunu alırık, bunu alırık' diye fısıldaşa fısıldaşa tepeye çıktık. Bir düzlüğe vardık ki, göz alabildiğine ala yazı nohut tarlası. Emmimiz, nohut yolan kirtik (küçük sabun), başı fesli, gül deseninden fistanlı hanımının yanına varıp, bir çimildedi (fısıldadı), kadın "ihihi" diye güldü. "Aberee, gurban oluyum, vay işiniz gücünüz ırast gelsin, demek bibinize yardıma mı geldiniz, gelin şurdan yolun," deyip bize alkış vermeye (dua etmeye) başladı. Biz, elimizdeki deynekleri armudun dibine atıp, kadının gösterdiği yerden başladık yolmaya. Adam da bu arada saatine bakıp, "aha saat tutum," dedi. Ortalıkta bir sıcak ki nasıl. Bir yandan nohut yoluyor, bir yandan da sağa sola giden inekleri çeviriyoruz. Kadın ise azıklarını astıkları armudun dibine gidip, eşarbını çözdü ve başına ters çevirip koyduktan sonra, cerenin yanına ayaklarını uzatıp oturdu. Başladı, "ömrün uzun olsun, düğünün güzün olsun, üç oğlunla bir kızın olsun...Sizin düğününüzde halburunan su çekerim, gadasını aldıklarım, aman nohutlar çok kurudu, denesini dökmeden yolun," demeye...Adam da bir yandan "ha gara yiğenlerim!" diye bizi galayana getiriyordu. Bunları duyduk ki hay gurban şımardık. Hele de ben başladım iki eliminen yolmaya. Emmimiz, bizim yolduğumuz desteleri alıp yığın ederken, beni görünce, "ha gara oğlan ha!" diye yel veriyordu. Ben de boyunduruğa sürünen buzağılar gibi yeğildim (şiştim) ki babam, hem yoluyor, hem de bir yerine iki desteyi kucaklayıp, yığına götürmeye çalışıyordum.
Yol, deste et. Yol deste et, derken; fazlası var eksiği yok, ben diyeyim iki, siz deyin üç saat kadar sarı sıcağın altında yırtındık. Gün geldi depemize dikildi, inekler büvelek tutmaya (sineklenme) başladı. Adam baktı ki inekler durmuyor, "ulan yiğenlerim, mallarınız huysuzlandı, birinin ekinine saçınına dıkılır (girer) da başınız belaya girer, hadi siz malınızı da alıp geding," dedi. Hepimiz, elimizde nohut tutamıyla, eğildiğimiz yerden gelengi gibi dikilip, 'beş lirayı da hak ettik, on lirayı da" dercesine adamın gözüne mayıl mayıl bakmaya başladık. Para beklediğimizi anlayan adam, güreşten çıkmış pehlivan gibi şöyle kolunu yukarı kaldırdı ve saatine bir baktı, "valla çocuklar, 15 dakika çalışmışınız, buncaaz (bu kadar az) işe para mara verilmez," deyince, dördümüzün de nutku kurudu. Baktı ki, biz itin bazlamaya baktığı gibi bakmaya devam ediyoruz, emmimiz sesini kabartarak," hadi şuradan birer tutam nohut alın, savışın geding!" dedi amma keşkirimiz de kırıldı (umudumuz kırıldı).
Yavaş yavaş gidip, deynekleri gurk tavuk gibi oturan avradın yanından aldık. O, guru yere gurt düşüren de ağzını açıp ya öte ya beri, 'siz de iş tuttunuz da parayı hak ettiniz' demedi. Patlamış avuçlarımızla birer ikişer dal nohut tutamladık amma öyle zorumuza gitti ki hiç sorman. Adam bir yandan şinaatine boğdurarak (suçunu bastırarak) bizi zavurlarken, biz de önümüze inekleri alıp, bokuna basmış ağa gibi ardımıza baka baka köye gittik...
Bizim orda:"Nediciğin boz ördeğin avını, get de cırrığını taşla." derler. (Cırrık: küçük ardıç kuşu.)Bir laf daha var: Goyun güden kurt görürmüş...
D. İsmail COŞKUN
Maak jouw eigen website met JouwWeb